buton
   
  *****ÖZKANGALERİM*****Sanatın ve Sanatçının Adresi
  Türk Ressamlar
 

ŞEKER AHMET PAŞA:

1841’de İstanbul’da doğdu, 1970’de İstanbul’da öldü. Asıl adı Ahmet Ali’dir. Küçük yaşta Tıbbiye Mektebine girdi (1855). Resim yeteneği nedeniyle bu okulda resim öğretmenliği yardımcılığına getirildi. Daha sonra okuldan ayrılarak Harbiye’ye geçti. Abdülaziz’in ilgisini çekince, resim öğrenimi için Paris’e gönderildi (1864). Önce Mektebi Osmani’ye devam etti. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçti ve G. Boulanger, J. L. Gerome gibi öğretmenlerden dersler aldı. Paris Uluslararası Fuar sergisinde resimleri sergilendi (1867). Resimleri Salon’a kabul edildi (1869, 1870) Abdülaziz, Avrupa gezisi sırasında sergideki resimleri gördü ve Ahmet Ali’yi resim seçip almakla görevlendirdi. 1870’te akademiyi bitiren Ahmet Ali, ^^Prix de Rome^^u kazanarak, üç ay süreyle Roma’ya gönderildi. Yurda dönünce kolağası rütbesiyle Sultanahmet’teki Sanat Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandı (1871). Uzun hazırlık ve çalışmalardan sonra, Türk ve yabancı ressamların eserlerinden oluşan bir resim sergisi açmayı başardı (27-Nisan-1873). Bu sergi, Türkiye’de açılan ilk resim sergisiydi. İkinci sergiyi 1 Temmuz 1875’te Darülfünun binası salonunda açtı. Bu sergide kendi resimleri, başka Türk ressamların eserleri, çoğunlukla Hıristiyan ve yabancı ressamların eserleri yer aldı. Ahmet Ali, Abdülaziz’in takdirini kazanarak, padişah yaverliğine atandı. Bu görevi sırasında manzara resimlerinden uzaklaştı ve Mercandaki konağındaki atölyesinde natürmort çalışmaları yaptı. 1884’te mirliva (tuğgeneral), 1890’da da ferik (tümgeneral) rütbesine yükseldi.

Başlıca eserleri: Karpuz Dilimli ve Üzümlü natürmort, Ağaçlar Arasında Karaca, Manolya ve Meyveler, Talim Yapan Erler, Manzara, Tepe Üzerindeki Kale.
Şeker Ahmet Paşa, çağdaş Türk Resim Sanatı’nın temel taşlarından biri olarak değerlendiriliyor. Batıdaki deneyimleri özümseyen bir istemle, peyzaj temasına yaptığı dünya çapındaki üslup katkısı, sanatçının mekan derinliği ve atmosfer ilişkilerini yorumlayan duyarlığının ürünü olarak görünür. Şeker Ahmet Paşa’nın düzen anlayışına mal olan lirizm, özgün bir şema geometrisiyle dengeleniyor.







SÜLEYMAN SEYİD:


1842 yılında İstanbul’da doğdu, 1913 yılında İstanbul’da öldü. Maltepe ve Maçka askeri rüştiyesinde okudu. İdadi ve Harbiye’de resim yeteneğiyle öğretmenleri Chirans ve Kess’in dikkatlerini çekti. Paris’e gönderilerek, Abdülaziz tarafından Türk öğrenciler için açılmış olan Mektebi Osmani’de öğrenim görmeye başladı. Önce Rolrobens’le, Mektebi Osmani’ye kapatılınca da A. Cabanel ile çalıştı. Paris Güzel Sanatlar Okulu’nu bitirdi. Bazı kaynaklara göre de bir yıl Roma’da kaldı. 1875’te yurda döndü ve Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığını yaptı. Harbiye’ye resim öğretmeni olarak atandı. Fakat Şeker Ahmet Paşa ile resim anlayışı konusunda ters düşünce, Kuleli Askeri Lisesinde öğretmenliğini sürdürmek zorunda kaldı. Ayrıca uzun yıllar da Askeri İdadisi’nde resim öğretmenliği yaptı (1884-1910). Süleyman Seyyid’in İstiklal ve Osmanlı gazetelerinde yazı ve çevirileri de çıkmıştır. Bazı okullarda Fransızca öğretmenliği de yapmıştır. Fenn-i Menazır adlı basılmamış bir eseri vardır.

Natürmort temasına karşı yoğun ilgisiyle bilinen Süleyman Seyyid, peyjaz ve figür alanında da üstün yeteneklerini kanıtlıyor. Süleyman Seyyid özellikle resim düzeninin içerdiği yön zıtlıklarında ifadesini bulan üslup dinamizmi ile özgün yerini kazanıyor.





İBRAHİM ÇALLI:


1882 yılında Denizli’nin Çal kasabasında doğdu, 1960 yılında İstanbul’da öldü. İlk ve orta öğrenimini kasabasında, lise öğrenimini İzmir’de yaptı. Askeri okulda okumak için İstanbul’a geldi. Burada parasını çaldırıp zor durumda kalınca çalışmaya başladı. Bir resim öğretmeninden ve ressam Roben Efendiden resim dersleri aldı. Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey ile tanıştı ve arkadaşının yardımıyla Sanayii Nefise Mektebine girdi (1906). Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi ve devlet tarafından Paris’e gönderilerek, Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü (1910-1914). 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Sanayii Nefise Mektebinde Vallaury’nin yardımcısı oldu. Atölye öğretmeni olduktan sonra, 1947’de emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı. Devlet Resim ve Heykel sergilerine aralıklı olarak katıldı. Ölümünden bir yıl sonra, Ankara Türk-Amerikan Derneği’nde son toplu sergisi açıldı (1961). Güzel Sanatlar Birliği’nin kurucularından biriydi.


En tanınmış eserleri: Türk Topçularının Mevzie Girişi, Tefli Kız, İstiklâl Savaşında Zeybekler, Manolyalar, Atatürk Portresi, İnönü Portresi, Yahya Kemal Portresi, Mevleviler Dizisi.

İbrahim Çallı, kendi kuşağı içindeki sanatçılar arasında uçarı denilebilecek bir üslup dinamizmiyle karşımıza çıkar. Resimlerine yerel bir atmosferin tadını kazandırmakta, izlenimci sınırları aşan bir duyarlığa sahiptir.




NAMIK İSMAİL:


1890’da İstanbul’da doğdu, 1935 yılında İstanbul’da öldü. Galatasaray Lisesinde okurken okul müdürü Tevfik Fikret’in kurduğu resim atölyesinde resim çalışmalarına başladı. Daha sonra Sanayii Nefise Mektebi’ni bitirdi. Ailesi tarafından Fransa’ya gönderildi. Burada Julian Akademisinde, Ecole Nationale des Arts Dêcoratif’te ve Cormon’un atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. Yurda dönünce 1. Dünya Savaşı yıllarında Kafkas cephesinde yedek subay olarak görev yaptı. Bu sırada savaş resimleri çizdi. Bu resimleri daha sonra Viyana ve Berlin’de (Celâl Esat Arseven ile birlikte) sergiledi. Bir süre Berlin’de Liebermann ve Corynth’in atölyelerinde çalıştı. Yurda dönünce İstanbul’da resim öğretmenliğine başladı. Güzel Sanatlar Akademisinde çalıştı. Paris’e gidip döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisine müdür olarak atandı (1928). Lâle Devri, Tifüs Girdabı, Harman en tanınmış eserleridir.

Namık İsmail, Türk resim sanatında kişisel üslup ayrımının belirginlik kazanmasını sağlayan büyük ustalardan biridir. Temalara biçimsel yaklaşımı belli sınırları aşmayan bir deformasyon eğilimi yansıtır.




MALİK AKSEL:


1903’te Selanik’te doğdu. İlkokulu Serez’de ve İstanbul’da okudu. Darülmuallimin’de öğrenimini sürdürdü. Burada Şevket Bey resim öğretmeniydi. Aksel’in çalışmalarını Şevket Bey yönlendirdi. 1921’de öğretmen olan Aksel, 1928’de sınav kazanarak Almanya’ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen Okulunda Prof. Grossmann’ın atölyesinde çalıştı. Yurda dönünce Ankara’da açılan Resim Öğretmen Okulunda görev yaptı (1932). Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kuruluşuna katkıları oldu ve uzun yıllar bu okulun Resim-İş Bölümünde yöneticilik ve öğretmenlik yaptı. 1951’de İstanbul’daki Çapa Enstitüsüne atandı. 1968’de emekli oluncaya kadar burada görev yaptı. ^^Suluboyacı Malik^^ diye de anılıyordu.

Başlıca eseleri: Halı Önünde, Şu Karalı Kızlar, Çingeneler, Kız Çocuğu, Kardeşler. Ayrıca resim sergisinde Otuz Gün, İstanbul Minaresinde Kuş Evleri, Anadolu Halk Resimleri, Türklerde Dini Resimler, Sanat ve Folklor, İstanbul’un Ortası adlı kitapları da vardır.

Geniş bir folklor bilgisine sahip olan Malik Aksel, hem eğitici ve araştırmacı, hem de resim uğraşları içinde gündelik yaşam kesitlerinin bazen dramatik, bazen mizahi içerik değerlerine ulaşbilmektedir.




EŞREF ÜREN:


1897’de İstanbul’da doğdu. 1984’te Ankara’da öldü. Bursa Ziraat Okulu’ndan sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. Burada İbrahim Çallı ve Hikmet Onat atölyelerinde çalıştı. Bir süre Paris’te Andrê Lhote ve Othon Griesz’in atölyelerine devam etti(1928-1929). Yurda dönüşünde çeşitli illerde resim öğretmenliği yaptı. ^^D Grubu^^na katıldı. Resimleri bu grubun sergilerinde ve Galatasaray Sergilerinde yer aldı. Katıldığı Devlet Resim ve Heykel sergilerinin bazılarında ödül aldı(1942’de üçüncülük, 1945’te ikincilik, 1964’te birincilik). Ayrıca Venedik Bienaline, Paris (UNESCO), San Francisco ve Atina sergilerine katıldı.

En tanınmış eserleri: Ankara’da Kış, Gençlik Parkı, Beynam Ormanları, Karadeniz Kadınları, Paris.

Özellikle kent oluşumundan kesitleri işleyen peyzajlarında, Eşref Üren’in düzene açık ve sınırsız bir ifade boyutu getiren duyarlılığın canlı titreşimlerine tanık olunabilir.




NURULLAH BERK:


1906’da İstanbul’da doğdu. 1982 yılında İstanbul’da öldü. İlkokulu Heybeliada’da, orta okulu Nişantaşı’nda okudu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, Sanayii Nefise’ye girdi. Burayı Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde öğrenim görerek bitirdi (1924). Daha Paris’e giderek, Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda Ernest Laurent’nin öğrencisi oldu. Yurda dönüşün de İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte ^^Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği^^ni kurdu(1928). 1933yılında tekrar Paris’e gitti. Andrê Lhote ve Fernand Lêger‘in yanında çalıştı. Aynı yılın sonunda yurda dönünce, arkadaşlarıyla^^D Grubu^^topluluğunu kurdu. 1939’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim üyesi oldu. 1962’de de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi müdürlüğüne getirildi. Berk, UNESCO’ya bağlı ^^Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Türkiye Komitesi^^ni Suut Kemal Yetkinle birlikte kurmuş, Paris, Moskova, Bükreş, Leningrad ve Brüksel sergilerinde komiserlik yapmıştır. Sao Paolo ve Venedik bienallerine katıldı.1967’de de Ankara devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik kazandı.

En tanınmış eserleri: İskambil Kağıtlı Natürmort, Ütü Yapan Kadın, Çömlekçi, Dikenler.

Nurullah Berk’i kübizmen A. Lhote^tan esinlenen ve oldukça dekoratif bir yön tutturan uygulamaları içinde görüyoruz.




ADNAN VARINCA:



1918’de İstanbul’da doğdu. Saint-Josephe Fransız Erkek Lisesini bitirdikten sonra, Güzel Sanatlar Akademisinde Lêopold Lêvy ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde öğrenim gördü. Bu okulu 1948’de bitirdi. Bir süre resim öğretmenliği yaptı. 1957-1973 yıllarında, Paris’te çalıştı. Besançon’da açılan ^^Paris’te Altı Türk Ressamı^^ sergisinde ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki ^^Paris’teki Türk Ressamları^^ sergisinde yer aldı. Yurda döndükten sonra kişisel sergiler açtı. 4. Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü Turan Erol’la paylaştı(1980).

Resimsel oluşuma iç dünyasının kişisel yorum güçleriyle yaklaşan Adnan Varınca’yı ^^pentür^^ alanında az rastlanır bir üslupçu olarak kavrıyoruz.




NURİ İYEM:


1915’te İstanbul’da doğdu Güzel Sanatlar Akademisinde Nazmi Ziya Güran, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Lêopold Levy atölyelerinde öğrenim gördü (1933-1937). Arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da ^^Liman Resim Sergisi^^ni düzenledi (1940). 1941’de Ferruh Başağa, Avni Arbaş, Selim Turan, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Turgut Atalay, Nejat, Agop Arad, Haşmet Akal’la birlikte ^^Yeniler Grubu^^da yer aldı. Bu grubun her yıl iki kez açılan sergilerine katıldı(1941-1951).
1946-1983 yılları arasında yaklaşık kırk kadar kişisel sergi açtı. Paris’te, Hollanda’da, Venedik’te, Sao Paolo’da resimlerini sergiledi.

Başlıca eserleri: Nalbant, Halk Şairi, Çeşme Başı, Aile, Orkestra, Ana Şefkati, Kardeşler.

Nuri iyem, figüratif ve soyut çalışmalarının tümünde özenli bir işçiliğin giderek ustalık katına ulaştığı bir gelişme içinde görül
ür.




SAMİ YETİK:


1878’de İstanbul’da doğdu. 1945’te İstanbul’da öldü. İlköğrenimini Taşmektep’te, ortaöğrenimini Çiçekpazarı Rüştiyesi’nde ve Mülkiye İdadisi’nde yaptı. Askerliğe ilgi duyduğu için Kuleli’ye geçti. 1898’de de Harbiye’yi bitirdi. Okul dönemimde Osman Nuri Paşa’dan ve Hoca Ali Rıza Bey’den resim dersleri gördü. Subay olunca, Eyüp Askeri Baytar Rüştiyesine resim öğretmeni olarak atandı. Bu arada Sanayii Nefise Mektebine de devam ederek, burayı da bitirdi (1906). 1910-1912 yılları arasında Paris’te resim çalışmaları yaptı. Yurda döndükten sonra, Balkan Savaşına katıldı ve Bulgarlara esir düşerek, bir süre esaret hayatı yaşadı. 1. Dünya Savaşı sırasında da görev yaptı. 1933’te binbaşılıktan emekli oldu. 1918’de Berlin ve Viyana sergilerine katılan Yetik’in, daha çok Balkan Savaşı ve Milli Mücadeleyle ilgili resimleri vardır (Cepheye Cephane Nakli).

Eğitici etkinliğinin yanı sıra, izlenimciliğe yakın doğrultuda bir üslup çabası göstermiş olan Sami Yetik, renkçi değerler yönünden ölçülü bir uyum davranışı ortaya koymaktadır. 




HALE ASAF:



1905 yılında İstanbul’da doğdu, 1938 yılında Paris’te öldü. Resim öğrenimine Almanya’da Berlin Akademisi’nde başladı. Sonra İstanbul’da İnas Sanayii Nefise Mektebinde Ömer Adil’in ve Feyhaman Duran’ın öğrencisi oldu. Maarif Vekaleti’nin bursuyla tekrar Almanya’ya gönderildi(1924). Buradan Fransa’ya geçerek, Paris’te resim çalışmalarını sürdürdü. Seramikçi İsmail Hakkı (Oygar) ile evlendi. Paris’teki Grande Chaumiêre atölyesinde çalıştı. Matisse ve Dufy’den dersler aldı. Yurda dönüşünde ^^Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğin^^nin çalışmalarına katıldı (1928). Bu topluluğunun Ankara (1928) ve İstanbul (1929) sergilerinde yer aldı. Bir süre sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği yaptı. İstanbul’a döndü. Sonra da Paris’e giderek bu kente yerleşti(1930). Bir yandan yakalandığı hastalıkla mücadele ederek resim çalışmalarını sürdürdü. İtalya’daki Faşist yönetimden kaçan yazar Antonio Ariante ile birlikte bir süre ^^Jeune Europa^^ galerisini yönetti. Hale Asaf’ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan resimleri dışındaki eserleri bilinmemektedir.

Türk resim sanatında akonstrüktif üslup anlayışına uygun dramatik içerikler kazandırma yolunda olan bir ressamın, Hale Asaf olduğu söylenebilir. 


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU:


1913’te Görele’de doğdu, 1975’te İstanbul’da öldü. İlk ve ortaokul öğrenimini Trabzon’da yaptı. 1931’de İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra, Paris’te Andrê Lhote’nin atölyesinde çalıştı(1931-1933). Yurda dönüşünde Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim üyesi oldu. ^^D Grubu^^na katıldı. G. S. Akademisinde kendi adıyla anılan resim atölyesini yönetti. Basma-çoğaltma yöntemiyle serigrafi, litografi, gravür çalışmalarına ağırlık verdi ve halk el sanatlarından kaynaklanan mozaik çalışmaları yaptı. Ayrıca ^yazmacılık^ sanatıyla uğraştı. Paris’te Musêe de I’Homme’ da ilkel soylar sanatını inceledi. 1958 Brüksel sergisinde Türk pavyonu için yaptığı 277 m2’lik mozaik panosuyla, altın madalya (büyük ödül), Sao Paulo Bienali’nde şeref madalyası yaptı. Paris’teki NATO binasında yer alan 50 m2’lik mozaik panosuyla da uluslararası ün kazanmıştır.

Başlıca eserleri: Köylü Kadını, Beylerbeyi İskelesi, Balıklar, Mavi Siyah Kuş, Anadolu Hisarı, Mangal ve İbrik.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, gelişmesi boyunca folklorik nakışlarla kurduğu resimsel ilişkileri, popüler boyutlara eriştiren bir sanatçı olarak dikkatleri üzerinde toplamıştır.




CEMAL TOLLU:


1899’da İstanbul’da doğdu, 1968’de İstanbul’da öldü. Sanayii Nefise’de öğrenim görürken, Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geçti. öğrenimini daha sonra tamamladı. Bir süre Elazığ Öğretmen Okulunda resim öğretmenliği yaptı(1927-1929). Avrupa’ya giderek Andrê Lhote, Fernand Lêger, Hans Hoffmann, Gromaire gibi sanatçılarla çalıştı(1929-1932). Yurda dönüşünde bir süre Erzincan Askeri Ortaokulunda resim öğretmenliği yaptı(1932-1935). Güzel sanatlar Akademisinde Lêopold Lêvy’nin yardımcılığına getirildi. Daha sonra resim bölümünde yönetici olarak da görev yaptı ve bu okuldan emekli oldu(1937-1964). ^^D Grubu^^nun kurucularındandır(1933).

Resimleri ilk kez 1927’de sergilendi. 1967’de de retrospektif sergisi açıldı. Yazıları ^^Sanat Bahisleri^^ başlığı altında Yeni Sabah gazetesinde yayımlandı. Yunan Mitolojisi (1964), Şeker Ahmet Paşa (1967) adlı kitapları vardır.

Başlıca eserleri: Hatay Portakal Bahçelerinden, Zeytin Ağacı, Okuyan Köylüler, Mevleviler, Balerin.

Cemal Tollu, kübist bir resim üslubu anlayışına yöresel anlamlar kazandırma yolunda bir sanatçı olarak görülmektedir.

KAYNAKÇA


www.kutuphanem.com


Hüseyin Avni (Lifij)

1886 Hüseyin Avni (Lifij) Samsun ili Lâdik ilçesine bağlı Karaaptalsultan Köyünde doğdu. 1887 Ailesi İstanbul'da Rumeli Hisarına yerleşti. 1893 1893-1896. İlk öğrenimini Fatihte, Aşıkpaşa mahallesindeki mahalle okulunda yaptı. Bu okulda resim ve müzik dersleri ile ilgilendi. 1896 1896-1898. Orta öğrenimini Nadir Beyin Şehzadebaşındaki "Numune-i Terakki Mektebi"nde yaptı. İdadi mezunu bir kişiden ilk Fransızca dersini aldı. 1898 1898-1900 arası hasta olduğundan okula gönderilmedi. 1901 Nafıa Nezaretinin Demiryolları Müdürlüğü'nde işe girdi. Fransızca öğrenmek için "Alyans İsraelit" okuluna kısa bir süre devam etti. İskender Ferit Bey'den özel Fransızca dersi almaya başladı. 1903 1903-1904. Fransızca dersleri devam etti. Anatomi öğrenmek için "Mülkiye Tıbbıyesi"ne, boya tekniğini öğrenmek için de "Eczacı Mektebi"nin Fizik ve Kimya derslerine dinleyici öğrenci olarak katıldı. 1906 İskender Ferit ve yeni tanıştığı Henri Prost, resimlerini Müze Müdürü Osman Hamdi Beye götürmesini önerdiler. Genç ressamın pipolu oto portresini beğenen Osman Hamdi Bey, bundan sonra yapacağı resimleri kendisine göstermesini istedi. 1908 (İkinci Meşrutiyet). Hüseyin Avni, Müze Müdürü Osman Hamdi Bey tarafından Abdülmecit Efendiye, resim tahsili için Paris’e göndermek istediği öğrenci adayı olarak tavsiye edildi. Genç ressam, aslında 1906 da gerçekleştirdiği pipolu kendi portresini 1908 olarak tarihleyip imzalayarak Abdülmecit Efendi'nin beğenisine sundu. 1909 Elde bulunan yazılı belgede kendi açıklamasına göre sanatçı 11.1.1909 da Fransaya hareket etti. 26 Şubat 1909 da Pariste "I'Ecole Nationale Speciale des Beaux-Art" dan kurları izleme belgesi aldı ve "Cormon" Atölyesinde resim çalışmalarına başladı. 1909-1912. Ressam Guillonnet ve Ressam Andre Lecomte Du Noüy ile dostluk kurarak arada atölyelerine devam etti. 1912 İstanbul'a geri çağırıldı. 1912-1914. "İstanbul Sultanisi"nde (İstanbul Erkek Lisesi) resim öğretmeni olarak görev yaptı. 1915 "Kandilli İnas Sultanisi"nde (Kandilli Kız Lisesi) Fransızca öğretmenliği yaptı. 27 Ekim. Pariste Louvre Müzesinde sanatçı tarafından kopyası yapılan Luca Giordano'nun "Mars ile Venüs" tablosunun kopyasının da bulunduğu koleksiyon Güzel Sanatlar Okulunda toplandı ve okulun büyük salonu ile yanındaki odada sergilendi. 1916 İlkbahar 1. "Galatasaraylılar Yurdu Resim Sergisi"ne iki resim ile katıldı. 26.7.1916. Hilal Gazetesi'nde (No.418) "Le Mouvement Artistique, I'Exposition de Peinture du Galata-Saraililar-Yourdou" başlıklı yazısı yayınlandı. 1917 Sonbahar. İstanbul'da Galatasaraylılar Yurdunda açılan "Savaş Resimleri ve Diğerleri" Sergisi'ne, 20 resim ile katıldı. 1918 Şubat-Mart. "Orient Litteraire"in idare kısmında düzenlenen ilk sergi, Avni Lifij'in kişisel sergisi oldu. (Desenler, yağlı boyalar). (28/2/1918. Orient Litteraire'de Jean Elle'in sanatçı hakkında makalesi, 3/3/1918. Orient litteraire'de "Notre exposition"adlı makale.) (Mütareke.) Davutpaşa Orta Mektebinde Fransızca öğretmenliği yaptı. VİYANA'da sergilenen "Savaş Resimleri ve Diğerleri Sergisi"ne 18 resim ile katıldı. (Katalog der Ausstellung Türkischer Maler - 1918) 1919 11 Temmuz. Doktor İbrahim Şazi'nin Kızı Harika Şazi ile nikahlandı. Galatasaray Resim Sergisi'ne bir resim ile katıldı. 1921 12 Mart. İçinde sanatçının da beş eseri bulunan hükümete ait olan 56 adet tablo, Maarif Kurulunun 12.3.1921 günlü mazbatası uyarınca Resim Eserleri koleksiyonuna katıldı. (Elvahı Nakşiye Koleksiyonu [Resim Tabloları Koleksiyonu], yazan: Müze Müdürü Halil Edhem, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları Sayı 58, 1924) 1922 25 Mart. Doktor İbrahim Şazi'nin kızı Harika Şazi ile evlendi. 16 Temmuz-Ağustos sonu. Türk ressamlar Cemiyeti Tarafından düzenlenen 4. Galatasaray Resim Sergisi'ne üç resim ile katıldı. Aynı yıl kurulan Serbest Resim Atelyesindeki sergiye 7 poşad ve 1 eskiz ile katıldı. Ekim. Bursa'ya Mustafa Kemal'i karşılamak için giden öğretmenler arasında sanatçı ile birlikte eşi Harika ve eşinin kardeşi Heykeltraş Nijad'da bulunuyordu. Mustafa Kemal Avni Lifij'i Ankara’ya götürdü ve Erkanı Harbiye'de dört ay misafir etti. Sanatçı Ankaraya bu ilk ziyaretinde Mareşal Fevzi Çakmak'ın portresini gerçekleştirdi. (Bugün Ankarada Milli Kütüphanede) Ankara dönüşü "Karagün" ve "Akgün" tablolarının hazırlık çalışmalarına başladı. Bir yıl sonunda söz konusu komposizyon tuvale uygulandı. (Bugün Ankarada Milli Kütüphanede) 1923 Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi Tezyini Sanatlar (Dekoratif Sanatlar) öğretmenliğine atandı. Ölümüne kadar Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi Tezyiniye Muallimi olarak görevde kaldı. Mareşal Fevzi Çakmak Mesaide tablosunu gerçekleştirdi. (Bugün İstanbul Resim ve Heykel Müzesinde) 1924 Halil Edhem'in "Elvahı Nakşiye Koleksiyonu" (Resim Tabloları Koleksiyonu) kitabı T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarda (Sayı: 58) yayınlandı. 1925 26.12.1925. Sanatçı Sanayi-i Nefise Mektebi Alisinden Fransaya gitme iznini aldı. 1926 15.2.1926 - 14.3.1926 arası sanatçı tekrar Paris'te. Maurice Meys'in konferansına davetli olarak gitti. 1927 Türk Sanayi-i Nefise Birliği Resim Şubesi 4. Ankara Resim Sergisi'ne iki resim ile katıldı. 1927 2 Haziran. Lalelide Harikzedegan Apartmanındaki odasında hayatı son buldu. 

Kaynak:Kültür Bakanlığı


 

RESSAM HEYKELTRAŞ MİMAR CİHAT BURAK IN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ
           
         

  CİHAT BURAK

1915 yılında İstanbul’da doğan mimar, ressam ve öykü yazarı Cihat Burak, ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1943′te Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nü bitirdi.

Tekel Genel Müdürlüğü ve Bayındırlık Bakanlığı’nda mimar olarak çalışan Burak, 1953′te BM ve 1961′de Fransa Hükümeti’nin bursuyla iki kez Fransa’ya gitti, ancak sonra işinden ayrılarak kendini resme verdi. 1955′te Türkiye’ye döndü ve yine Bayındırlık Bakanlığı’nda çalıştı. Gaziantep Hükümet Konağı, İzmit Adliyesi, Ankara Banknot Matbaası, Rize Adliyesi, Beşiktaş Şair Nedim İlkokulu gibi yapıların projelerini çizdi. İlk kişisel sergisini 1957’de Beyoğlu Şehir Galerisi’nde açtı.

1964′te hem Utrillo Ödülü’nde Mansiyon aldı, hem de “Deniz Muharebesi/ Hayal Donanma” adlı resmi Musée de l’art moderne’deki uluslararası sergide Bronz Madalya’ya değer görüldü. 1965′te yurda dönerek resim ve mimarlık çalışmalarını sürdürdü.

1991’de Garanti Bankası Beyoğlu Sanat Galerisi’ndeki son sergisine kadar toplam 78 sergiye katıldı. Bunlardan 23’ü kişisel sergilerdir. 1982 yılında görsel sanatlar dalında Sedat Simavi ödülünü kazandı.

İlk öykü kitabı ‘Cardonlar’ 1982’de yayınlandı, ‘Yâkûtîler’, 1992’de Yunus Nadi Ödülleri’nde öykü dalında birinci oldu, son öykü kitabı ‘Zenci Kalınız’ oldu. Cihat Burak, 3 Mart 1994’te yaşamını yitirdi.




Cihat Burak, (d. 1915, İstanbul – 3 Mart 1994). Türk ressam ve yazar.

Galatasaray Lisesi'ni ve Güzel Sanatlar Akademisini bitirdi. Memur ve mimar olarak çalıştı. Işık Özel Mimarlık Okulu'nda resim öğretmeni olarak görev yaptı. 1964'te Musée de l'Art Moderne'e gönderdiği tabloyla bronz madalya aldı. Yine 1964'te Uluslararası Utrillo Yarışması'na katılan 700 yapıt arasında ilk ona giren yapıtı dolayısıyla ödül aldı. 1967'de Çağdaş Türk Ressamları Cemiyeti'nin düzenlediği resim yarışmasında birinci oldu. 1973'te Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nden Başarı Ödülü ve 1982'de Sedat Simavi Ödülü'nü aldı. Birçok kişisel sergi açtı.

Toplumsal çelişkileri, yozlaşan değerleri eleştirel ve mizahi bir yaklaşımla yorumladığı fantastik resimleriyle tanınan ressam ve mimar Cihat Burak 4 Mart’ta İstabul’da öldü. 1915’te İstanbul’da doğan Burak 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık bölümünü bitirdi. Bir süre resmi kuruluşlarda ve özel mimarlık bölümünü bitirdi. Bir süre resmi kuruluşlarda ve özel mimarlık bürolarında çalıştıktan sonra 1951’de Bayındırlık Bakanlığında mimar olarak görev aldı. 1952’de bakanlıkça aday gösterildiği Birleşmiş Milletler bursuyla Fransa’ya gönderildi ve 1955’e değin Paris’te kaldı. Yurda dönüşte Bayındırlık Bakanlığı Proje Tanzim Fen Heyeti müdürlüğüne atandı. 1961’de pre-fabrik inşaat yöntemlerini incelemek üzere yeniden bursla Fransa’ya gönderildi. Bursun bitiminde bakanlıktaki görevinden ayrılarak Paris’te kaldı ve resim çalışmalarına ağırlık verdi. 1965’te Türkiye’ye dönen Burak, Özel Işık Mimarlık Yüksek Okulu’nda ders verdi ve özel kuruluşlarda mimarlık yaptı. Cihat Burak, toplumun ve bireyin içinde bulunduğu çelişkileri, bir halk sanatçısının önyargısız duyarlığıyla yorumlayarak açık bir anlatım ve fantastik bir yaklaşımla tuvale aktardı. Yapıtlarında işlediği konuları halkın espri anlayışından kaynaklanan eleştirel ve mizahi bir yaklaşımla ele aldı, naiflere özgü bir duyarlık ve özgür bir kurguyla işledi. Bununla birlikte gerek eğitim gerekse birikimi ve sanat bilinciyle naif bir ressam olarak nitelenmedi. Yapıtları, mimarlığından kaynaklanan sağlam mimari kurgusu yanında, renk kullanımındaki ve çizgilerindeki ressamca duyarlık ve özgürlükle de dikkati çekti. Paris’te gerçekleştirdiği “Yayın Balığı” (1961), “Notre Dame” (1962) gibi yapıtlarında oymabaskı tekniğinin görülen sanatçı, ölüm temasını işlediği mezar taşlarında bezeme öğelerinden de yararlandı. “Kanaryan Güzel Kuşum Ben Sana Vurulmuşum” (1971) ölüm temasını işlediği en önemli yapıtlarındandır. Atatürk, Fatih Sultan Mehmet gibi ünlü kişileri konu alan resimlerinden en dikat çekeni, göğsüne bir demet çiçek saplanmış olarak Nâzım Hikmet’i betimlediği “Şairin Ölümü” adlı yapıtıdır. Mimari bezeme alanında renkli porselen ve cam işleri de olan Burak 1982’de Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü, 1991’de Plastik Sanatlar Onur Belgesi’ni kazandı. Öykü de yazan Burak’ın ilk öykü kitabı olan “Cordonlar” 1982’de yayımlandı. “Yakutiler” adlı öyküsüyle 1992 Yunus Nadi Armağanı Yarışması’nda, yayımlanmamış öykü dalında birincilik kazandı. 


ESERLERİ HAKKINDA..

Paris’te bulunduğu dönemde özellikle resim için müthiş ilham dolu buluyor kendisini “Burada herşey resim yapmaya davet ediyor ve herşeyi güzel resmediyorum” diyor. Bir sergi açıyor, üç eseri satılıyor. Ancak özellikle Fransız sanat çevresi sadece bildiği ressamların eserlerine ilgi gösterdiği halde bir televizyonun gelip çekim yapması ve çalışmalarının dikkat çekmesi tanınmasını başlatan olay oluyor.

Cihat Burak’ın eserlerinde her ne kadar olağandışı ve birbiriyle alakalı görünmeyen unsurları birarada görsek de aslında çok gerçekçi bir ressam kabul ediliyor. Çünkü resimlerinin temelinde gündelik hayattan bir konusu, mesajı bulunuyor. Nazım Hikmet’in vefatından, Süleyman Demirel’in madalya almasına ya da bir matadorun arenada yaralanmasına kadar.

Ancak bir çok eleştirmen eserlerini çocuk ruhlu buluyor. Bu çocuk resmi demek değil. Çocuk resminin tüm dünyada belli karakteristikleri var. Bu tanımlama bakış açısıyla ilgili daha çok. Arkadaşlarının söylediğine göre, Cihat Burak yolda giderken ayağına bir çakıl taşı rastlasa ona vura vura gideceği yere kadar götürür. Oyun oynamaya bayılır. Bu oyuna merakı onu çok yönlü ve her daim dinç bir sanatçı yapıyor.

SERAMİK ÇALIŞMALARI

Bir dönem kendisi için bir bilinmeyen olan seramik atölyesinde altı aylık bir süre boyunca çalışıyor. Aslında seramik atölyesi kahvaltı takımı gibi ürünler üretirken orada sonra kullanacağı tekniği alıyor.

Hatta şöyle diyor: “Herşeyin bir püf noktası vardır ya, seramiğin püf noktası çamuru kesip yoğuracaksın. Yine kesip yoğuracaksın ve yine kesip yoğuracaksın. Bu olmadan seramikçi olmaz. Sosyete seramikçisi olmaz.”


Cihat Burak'ın porselen ve seramik alanındaki zengin yapıt üretimi ülkemizin bu alandaki en şaşırtıcı sanatçı yaratıcılığı dönem projelerinden birisi olarak görülebilir. Eczacıbaşı Sanal Müzesi için düzenlenen sergide sanatçının Atatürk Kültür Merkezi'nin dekorasyonu için gerçekleştirdiği porselenler yakın dostu eleştirmen Sezer Tansuğ'un "olağanüstü" diye nitelendirdiği porselen biblo örneklerinin 5 adet ürettiği bilinen ünlü "Kuş Evi" çalışmalarının dördünün vazo şamdan fincan ve benzeri kullanım eşyası etüdlerinin ve örneklerinin imgeleri açıklamalar eşliğinde yer almaktadır.

Sezer Tansuğ Çağdaş Türk Sanatı adlı kitabının "Türkiye'de Seramik Sanatı" bölümünde Burak'ın porselenlerini "Sanatçı yeteneklerini seramik ve porselen alanında da deneyip gerçekleştiren Cihat Burak'ın Yıldız Porselen Fabrikası'nda verdiği uğraşlar pahalı ve teknik malzeme gereksiniminin karşılanmasına bir örnek oluşturur…Cihat Burak'ın oluşturduğu yüksek bir sanatsal düzey tutturan porselen figürinler Yıldız fabrikasının 1230 dereceyi aşmayan ısı koşuluna bağlı kalmıştır. Seramikte taşıl (gré-Stoneware) bir sertliğe ulaşmada da geçerli olan yüksek ısının porselen için 1300 dereceyi bulması gerekmektedir. Bu türden bazı güçlüklere karşın Cihat Burak'ın porselen figürinleri duyarlı bir ustanın elinden çıkan eşsiz biçimlenişleriyle toprak malzemeyle oluşturulan tüm işlerin kristalleşme düzeyine işaret etmektedir" diyerek değerlendirir.

Cihat Burak'ın resimleri öyküleri ve gerekse seramikleri ile gözlerinin önünden akıp giden yokolan çocukluğunun büyülü dünyasını inşa etmeye ve kaydını tutmaya çalıştığı kalkıştığı da ileri sürülebilir. Özellikle farklı teknikler ve malzemeler ile yarattığı bu üç boyutlu seramik ve porselen çalışmalarında hayal gücünün ve fantastik yorumlarının çok uygun bir malzeme ile buluşmasının ilginç sonuçları şaşırtıcıdır. Burak'ın anılarından damıttığı aaafince değiştirdiği oyunlar oynadığı kullanım eşyaları vazolar kuş evleri kediler canavarlar ve kendi büstü sergide yer alacak yapıt imgelerinden bazıları…

Cihat Burak'ın insanoğlunun ilk sanatı sayılan "ateş sanatı" seramik alanındaki üretiminin son tahlilde sanatçının çocukluğunun yitip gitmiş İstanbul'unu "Cardonlar"ın istilasını uğrayıp sonunda yıkılmış dedesinin konağını ve o devrin insanlarından ve diğer canlılarından yakınlık duyduklarını elleriyle yoğurduğu kilden varetmeye çalıştığı söylenebilir.

Sanatçının resimleriyle yazılarıyla seramikleriyle yaşamının tam bir güncesini tutmayı amaçladığı ve kendisinin o anki ruhi durumuna uygun olan malzemeler ile anlatımını çeşitlendirdiği gün ve hatta saat belirterek o ana nişan koyduğu bilinmektedir. Çalışmalarından imza koymadıkları olmasına karşın çoğu kez farklı ortamlarda da olsa tarih atmayı genellikle aksatmadığı gözlemlenebilmektedir.

Örneğin "Cardonlar" kitabının Ada Yayınları'ndan çıkan ilk baskısının düzeltmelerini yaptığı nüshasının ilk sayfasına şunları yazmıştır:

"Dün Bülent Bey (*) telgraf çekmiş bugün 29 Ocak 1982 Cuma gittim Botter Han'a bir hayli listesi verilmiş kimseye kitap imzaladım bir takım sözler de ekledim ayrıca.

Sıraselviler 29 Ocak 1982
Gece saat 11.00 filan."

Cihat Burak'ın yukarıda belirttiğimiz çerçevede ürettiği porselen ve seramik işlerini aşağıdaki gibi dönemsel ve tematik olarak gruplandırmak yanlış olmayacaktır kanısındayım:

A- Porselen Biblolar(Sırlı ve Sırsız) 1965; Subay Ailesi Kadınlar Hamamı Su Satıcısı Pehlivan Deve Balıkçı Kitap Satan Aşık İhsani ve Güllüşah Yağlı Güreş…

B- Atatürk Kültür Merkezi(AKM) için tasarladığı(Yıldız Porselen Fabrikası'nda yapmış olabilir) dekoratif küresel işler. (Bu işlerden bilinen 5 tanesine ulaşılabilmiştir). Eski Yıldız Porselen üretiminin çiçek motiflerinden de esinlerin izlenebileceği bu yapıtların her birinde farklı motif çeşitlemeleri ve renkler(Beyaz taba lacivert eflatun ve sarı) uygulanmıştır.

C- Arkasında ayna yeri olan "Kedili ve Ayyıldızlı Kavukluk" ve "Mavi Mutfak" 1978. Sanatçı bu yıllarda Beşiktaş'ta Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nda mimari üzerine ders vermektedir ve bu yıllardaki çalışmalarını ve daha sonraki yıllarda yapacağı kuşevlerini de bu okulun atölyelerinde gerçekleştirmiştir.

D- Kuşevleri 1980-1981. Cihat Burak'ın Kuşevleri onun sıradışı kişiliğinin en dikkat çekici çalışmaları arasındadır. Sanatçının ülkemiz mimarlığının farklı dönem yapılarını ve eski mimarların kuşevi tasarımlarını -Laleli Mustafa III Türbesi Kuşevi18. Yüzyıl; Beylerbeyi Sarayı Deniz Köşkü Kuşevi ve Taşlık Kahvesi(Mimarı Sedat Hakkı Eldem) gibi özgürce yorumladığı bu işlerinde mimar ve ressam kimliklerinin örtüştüğü söylenebilir.

E- Peşrev 1983. fırınlanmamış ve sırlanmamış bu iş daha önceki porselen bibloların bir devamı addedilebilir.

F- Son İşler. Ünal Cimit Seramik Atölyesi'nde yaptığı üç seramik ve Ara Güler'in bir fotografından esinlendiği tahmin edilebilecek son büyük "Deve Güreşi Rölyefi" ve yine güreş konulu bir başka işi olan "Huzur Peşrevi".

Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da Cihat Burak'ın "Akademi"nin mimarlık bölümünün efsanevi hocalarından Sedat Hakkı Eldem'in öğrencisi olduğu ve onun rahle-i tedrisinden geçip(**) mimari kültürel mirasımızın kayda geçirilmesini amaçlayan rölöve çalışmalarından nasibine düşeni almış olmasıdır. Bir önemli konu da 1970'lerdeki Safranbolu odaklı kültürel mirasımıza sahip çıkılması ve korunması etkinliklerine faal olarak katılması ve bu sürecin resimlerine öykülerine ve seramiklerine de katkıda bulunmasıdır. Gerek Kuşevleri'nin iç dekorasyonlarında gerekse "Mavi Mutfak" ın ayrıntılarında sanki bu zamanın durduğu yörenin mimari ve dekoratif biçimlerinin izleri - özellikle kuşevlerinin içindeki havuz motiflerinde - sürülebilir.

Vazo ibrik şamdan gibi çalışmalarında ise hem fanaaaisinin hem farklı kültürlere ilgisinin ip uçları görülebilir. Cihat Burak'ın ev eşyaları arasındaki bir grup Çanakkale seramiğinin (At Başlı Testiler Kapağı Aslanlı Şekerlik Vazolar vb...) de bu çalışmalara katkıda bulunmuş olabileceği gözlemi yanlış olmasa gerektir.

Burak'ın seramiklerinde - üzerinde çalıştığı konuya göre- farklı teknikler kullandığı da söylenebilir; ancak temelde fanaaai ile geleneği birleştiren ana formlarını küçük yuvarlak bezemeler ve kararlı derin çizikler ile zenginleştirmesi onun önemli bir özelliği olarak kendini belli eder.

Sonuçta Cihat Burak'ın 1965 - 1994 yılları arasında yaklaşık 30 yıllık bir süre çamur ile uğraştığı ve bu zaman diliminde Türk Seramik Sanatı'na belki de en önemli ressam katkısını yaptığını ve bu alandaki veriminin uluslararası düzeyde olduğunu söylemek abartma olmaz kanısındayım.


Haşim Nur Gürel

14 Mart 2006 10.00 ; Kadıköy/Beşiktaş arası Sarayburnu Vapuru


(*) Bülent Akkurt; o dönemde ADA Yayınları'nın yöneticisi.
(**) Rölöve konusunda Sedat Bey'in en ufak bir hatayı kabul etmeyen ve en küçük bir hatayı yakalayan bir titizliğe sahip olduğunu bizzat Cihat Bey'den duyduğumu anımsıyorum.


* * *


İstanbul'da Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal'ında doğan Cihat Burak'ın çamurla tanışması o yıllarda Sanayi-i Nefise'de öğrenci olan halası vesilesiyle olur. "Küçük halam o zamanlar Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi denilen Akademi'ye giderdi. (…) Beni de birkaç defa götürdüydü. (…) Bir gün beni yine mektebine götürdü loşça bir yere girdik. Birtakım adamlar girip çıkıyorlardı galiba atölyeydi. Duvarda alçıdan bir aslan kafası vardı elime bir çamur verip aynısını yapmamı söylediler. Küçük bir modelini yaptım nasıl olduğunu anlayamadım ama hemen kalıbını alıp alçıdan döktüler elime verdiler bir hayli sakladımdı onu…"

O aslan modelini bir hayli sakladığı gibi kendini de bir hayli saklayan biridir anlaşılan Cihat Burak. Paris'te atölyesini gezen galericinin resimlerindeki renkleri koyu bulup da daha açık renkler kullanırsa satış yapabileceğini söylemesi üzerine koyduğu tavırdan anlaşıldığı gibi. Galericinin "Resim satamadığınıza göre ne yapıyorsunuz?" sorusuna "Satamıyor değilim ki satıyorum ama beni yaşatabilecek kadar değil!" yanıtını veren ve bunun ardından galericinin "Peki ne yapıyorsunuz nasıl para kazanıyorsunuz?" sorusunu da "Mesleğim mimarlıktır icabettiği zaman bir mimarın yanında "negre" (zenci) olarak çalışıyorum." şeklinde yanıtlayan Cihat Burak'a galericinin verdiği yanıt Cihat Burak'ın yaşamı boyunca aldığı tavrın bir özetidir adeta: "Alors resaaa négre" (Öyleyse zenci kalınız).

"Zenci kalmak" bir anlamda Cihat Burak'ın kendine özgü sanatının ki bu sanat resim sanatını seramik sanatını mimarlığı ve edebiyatı kuşatan bir sanattır tanımıdır da denebilir. Sıradışı kişiliği gibi sıradışı bir sanatı olduğundan söz etmek mümkündür Cihat Burak'ın. Öyle ki grupların tarihi üzerinden yazılması adeta farz olan Türk Plastik Sanatları Tarihi'nde kim nereye koyacağını bilemez Cihat Burak'ı. Kimi Sembolist akıma bağlar kimi Dışavurumculuk'a. Dışavurumculuk'u kendisi de kabul eder Cihat Burak'ın ama bu Dışavurumculuk da tastamam onun kendine özgü Dışavurumculuk'udur; devşirme bir Dışavurumculuk değil. Sanatındaki bireyselliğin kendine özgünlüğün ilkelerini ne kendine ne de başkalarına oyun oynamamak olarak belirleyen Cihat Burak bunun dışında herhangi bir ilaaae bağlı olmaya karşı olduğunu belirtir. Tam da "Zenci Kalmak"tır işte Cihat Burak'ın tüm gayesi…

Ayrıksı yanıyla öne çıkan Cihat Burak'ın hayal gücü resimlerinde ve öykülerinde olduğu gibi seramiklerinde de karşımıza çıkar. Burada belki şöyle bir paranaaa açmakta fayda var: Cihat Burak'ın resimleri de öyküleri de düşlerin gizemiyle örtülüymüş izlenimini verir ancak bu örtüyü kaldırmaya başladığımız anda onun otobiyografisi de kendiliğinden ortaya çıkar. Cardonlar adlı kitabında ya da "Hayal Donanma" adlı resminde olduğu gibi. Kaldı ki Cihat Burak'ta görülen fantastik öğeler onun çevresindeki çirkinliklerden kaçmak için sığındığı düşler aleminin devreye girmesidir bir anlamda. Aynı nokta Cihat Burak'ın seramikleri için de geçerlidir. Atatürk Kültür Merkezi için tasarlamış olduğu porselen küreleri bir yana bırakırsak Cihat Burak'ın seramiklerinde ya belleğin gücünün ya da düş gücünün hatta kimi zaman bunların bir bireşiminin devreye girdiğini görmemiz mümkündür. "Subay Ailesi" "Kitap Satan Aşık İhsanî ile Güllüşah" "Peşrev" Cihat Burak'ın belleğinin yansıdığı çalışmalarken "Gül" gibi çalışmaları düş gücü ve düş gücü sonrasında vardığı hicvin fantastikliğin bir yansıması olarak görünmektedir. Mutfakları cezveleri ve fincanları ise onun deyiş yerindeyse oyuncakları gibidir. "Mavi Mutfak"ta her fincanın tarihini fincanın tabağına işleyen Cihat Burak bir anlamda günlük oyunlarının kaydını tutmaktadır. Güncelerini kile çamura dökmüş durumdadır bir başka deyişle…

Kuşkusuz Cihat Burak ve seramikleri dendiğinde aslında ilk akla gelen onun kuş evleridir. Kuş evleri konusunda şöyle düşünür Cihat Burak: "Osmanlı'da kuş evleri vardır. Osmanlı mimarları buna ihtiyaç duymuşlardır. Çünkü onlar için kuş bir ilahi varlıktı. Çamur işine bayılırım ben. Kuş evleri kuşhaneler yaptım. Kuşa benim sempatim vardır." Ece Ayhan'ın kendisiyle yaptığı söyleşide Nilgün Marmara'nın "marjinal kargalar"ını hatırlatması üzerine de naif bir yanıt verir Cihat Burak: "Bak kargaları severim kuştur. Kınalı kekliği de." Cihat Burak'ın kuş evleri onun Akademi'de mimarlık okuduğu Sedat Hakkı Eldem'in öğrencisi olduğu yıllarla da ilişkilendirilebilir. O dönemde "aaaa niyetine" yapıların rölövelerini çıkaran Cihat Burak'ın aklının bir köşesinde kalmıştır kuş evleri. Seramik üzerinde yoğunlaştığında da bu kuş evlerine kendi yorumunu katmaya başlar Cihat Burak. Sedat Hakkı Eldem'in "Taşlık Kahvesi"ni Laleli'deki III. Mustafa Türbesi'nin kuş evini Beylerbeyi Sarayı Deniz Köşkü'nün kuş evini kendince yorumlar yine düş gücüne ve zihninin kıvraklığına yer vererek. Zihninin kıvraklığı onun sanatının da "kıvrak" olmasının başlıca nedenidir. Mimarlığı yaşamak için resmi ise daima sevdiği için yaptığını her fırsatta dile getiren Cihat Burak'ın "Bir kedinin resminin cetvelle yapılabileceğini düşünemiyorum. Ayıptır benim vicdanım elvermez."sözleriyle de kendini hissettiren bir kıvraklık sözünü ettiğim… 

SON KISIM ALINTI : USLANMAM.COM

 

 

Fikret Mualla

Türk resminin en önemli, en tanınan, en iz bırakan ressamlarından biri şüphesiz Fikret Mualla Saygı'dır. Cumhuriyet'in ilk kuşak ressamları arasında yer alan Fikret Mualla, yaşamının çoğunu sanatın başkenti sayılan Paris'te geçirmiş ve Türk resminin dünyadaki çok önemli bir temsilcisi olmuştur.

1903 yılında İstanbul'da doğan Fikret Mualla, Saint Joseph ve Galatasaray liselerinde öğrenim görmüş. Yatılı olarak Galatasaray Lisesi'ne verilmesinin sebebinin, kendisini derslerine çalışmaktan alıkoyan futbol tutkusu olduğu rivayet ediliyor. Bu sıralarda annesini kaybetmesi, sanatçının üzerinde çok derin izler bırakmış. Babasının ikinci evliliğini de pek benimseyemeyince, İsviçre'ye mühendislik okuması için gönderilmiş. Ancak zamanla, resmin mühendislikten daha çok ilgisini çektiğini fark etmiş ve resim eğitimi almak için Almanya'ya geçmiş. Münih Güzel Sanatlar Akademisi'nde afiş ve desinatörlük, ardından Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimi almış.

  

1927'de Türkiye'ye döndüğünde, mezun olduğu Galatasaray Lisesi'nde ve Ayvalık Ortaokulu'nda kısa bir dönem resim dersleri vermiş. Bir süre sonra da kendisini İstanbul'da bulmuş. Paris'e gitmeden önce burada geçirdiği zaman içinde çalışmalarını sürdürmüş. 1939 Uluslararası New York Fuarı Türk Pavyonu için Abidin Dino'nun ricası üzerine 'İstanbul' konulu otuz kadar tablo yapmış.

1938 yılında babasını kaybeden Fikret Mualla, ondan kalan miras ile Paris'e giderek yerleşmiş. Bu sıralarda Fransa'da EDWARD MUNCH ve WASSILY KANDINSKY gibi ressamların temsilcisi olduğu ekspresyonizm akımı gündemde olduğundan, ressam da bu anlayıştan etkilenmiş.

Ancak Fransa'nın II. Dünya Savaşı'na girmesi ve işgal edilmesi nedeniyle çok zor zamanlar baş göstermiş ve Fikret Mualla da herkes gibi zor zamanlar geçirmiş. Hatta bu dönemde tablolarını çok düşük fiyatlara satmak zorunda kaldığı söylenir.

Şehirleri resmetmeyi seven ressam, İstanbul'da yaptığı gibi Paris'te de şehrin insanlarını, sokaklarını, kafelerini resimlerine taşımış. Renklerle oynamayı seven sanatçının, Henri Matisse'in renk kullanımından çok etkilendiği biliniyor.

Guvaş, suluboya ve pastel malzemelerini resimlerinde sıkça kullanan Fikret Mualla'nın Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alsa da bir süre sonra hak ettiği noktaya geldiğini söyleyebiliriz. Örneğin Picasso'nun Fikret Mualla'nın resimlerini övdüğü, hatta bir resmini satın aldığı ve kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği biliniyor.

1954 yılında Paris'te ilk kişisel sergisini açan Fikret Mualla, başarılı çalışmalar yapmaya devam etmiş. İlerleyen zamanlarda çeşitli sağlık sorunları yaşadığında, sanatseverlerden çok yardım görmüş. Özellikle 1950'lerin sonunda tanıştığı koleksiyoner Madam Angles, 1962 yılında felç olan ressamın bakımını üstlenmiş ve tüm ihtiyaçlarını karşılamış.

Fikret Mualla 20 Temmuz 1967'de Fransa'da hayata veda etmiş ve Paris Kimsesizler Mezarlığı'na gömülmüş. Bu iç burkucu durum nihayet 1974'te çözüm bulmuş ve kemikleri getirilerek Karacaahmet Mezarlığı'na gömülmüş. Paris'te açık artırmaya çıkarılan resimleri ise devlet tarafından satın alınmış ve Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturulmuş.

 

 

 

Fikret Mualla'nın resimlerinde iç dünyasının etkilerini ve şiirsel bir anlatım yansıttığını görmek mümkündür. Popüler akımlara kendini çok fazla kaptırmak yerine daha kişisel çalışan ressam, kendi hislerini ve yaşamın gerçeklerini resme aktarmayı seçmiştir.

Fikret Mualla'nın başlıca eserleri arasında 'Oturan Adamlar', 'Kafe', 'Marsilya'da Fransız İşçileri Bir Kahvede', 'Haliç ve Süleymaniye', 'Paris'te Bir Sokak', 'Baloncu' ve 'Balıkçı' sayılabilir.

Ressamın bunların dışında da pek çok çalışması bulunuyor. Örneğin 'Lüküs Hayat', 'Deli Dolu', 'Saz Caz' gibi operetler için kostümler çizmiş, Nazım Hikmet'in 'Varan 3' isimli şiir kitabını resimlemiş.Yeni Adam Dergisi için desenler hazırlamış, Ses Dergisi için çizimler yapmış.

Edebiyata yatkınlığı da bilinen ressamın yine Ses Dergisi'nde yayımlanmış 'Masal' ve 'Üsera Karargâhı' isimli iki öyküsü, 1932'de yazdığı 'Şiller (Schiller)1759-1805, Hayatı ve Eserleri' isimli bir de kitabı var.

15 Nisan'dan bu yana İstanbul Modern Süreli Sergiler Salonu'nda 'Fikret Mualla Retrospektifi' yer almakta. Sergide sanatçının 300 civarı eseri bulunuyor.

Bu retrospektifte, sanatçının yaşamı ve farklı dönemleri kapsayan sanat macerası üç ana bölümde ele alınıyor. Ayrıca sergide sanatçının eserlerinin yanısıra Ara Güler tarafından çekilmiş fotoğrafların da bulunduğu bir fotobiyografi, özel mektuplar ve sergi broşürleri de yer alacak. Ressamı tanımak için çok iyi bir fırsat.

RESSAM İBRAHİM ÇALLI

ibrahim çallı , 13 temmuz 1882 tarihinde eski adı demirciköy olan ve o yıllarda izmire bağlı bulunan çal kasabasında dünyaya gelmiştir. babası kasabanın ileri gelenlerinden osman efendidir. çallı, ilk ve orta öğrenimini çaldaki rüştiyede tamamladıktan sonra izmirde idadi öğrenimi gördü. çallının resimle tanışması da çocukluk yıllarına rastlamaktadır.

"efendim çalda doğdum. ilkokulu orada okudum. bir rum kunduracısı vardı mahallemizde, pabuçlarımı ona pençelettirirdim. dükkanın duvarlarında 'köroğlu-ayvaz' resimleri olmasa delik ayakkabılarla sürterdim ya!... işte o resimler beni çekerdi."

daha çocuk yaşta çallının resim merakının başlaması bu sanata çevresinde çok az rastlamasına rağmen duyduğu ilgi onun içindeki yeteneğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. çallı eve gidince hep resimleri düşünür ve evinin duvarlarına kara kalemle resimler yapmaya başlar. yaptığı bu resimler dolayısıyla ailesinden her zaman azar işitmiştir. ablası sonunda onun burada herhangi bir işte başarılı olamayacağını düşünerek çallıya ait olan araziyi satar ve kemerinin içine doksan beş altın koyarak onu istanbula yollar.

çallı artık istanbuldadır. o da istanbula giden diğer anadolu insanları gibi ilk olarak kendi memleketlilerinin olduğu semtlere gidip, kalacak yer ve sohbet edecek insanlar arar. niyeti istanbulda bir süre gezdikten sonra memleketine geri dönmektir. metin tokerin çallı ile yapmış olduğu bir söyleşiden onun istanbula askeri bir okula girmek isteğiyle geldiğini, ancak o geldiğinde okulun kayıtlarının çoktan kapanmış olduğunu öğreniyoruz.

çallı yapabileceği başka bir şey olmadığını düşünerek cağaloğlunda izmirlilere ait bir kahvede on kuruşa oda tutar ve dertsiz tasasız yaşamaya başlar.galatadaki balozlarda parasını çaldırıncaya kadar da yaşamını böyle sürdürür.parasını çaldırdığı için iş aramaya başlar. kahvedekilerin yardımıyla baba tahirin malumat gazetesinde müvezii olarak işe girer.ancak parasını alamadığı için işten çıkar. bu sıralarda asım hakkı ile dostluk kurar. onun tavsiyesiyle yeni camide arzuhalcilik yapmaya başlar. bu sırada tanıştığı adliye serkomseri osman bey sayesinde adliyede, cinayet mahkemesine mülazım olarak işe girer.

çallı, istanbulda yaşadığı bu kısa dönemde önemli deneyimler kazanmış ve sonunda yaşamını kazanabileceği bir iş bulmayı başarmıştır. bütün bu gelişmelerin içinde çocukluk aşkı olan resme karşı ilgisinden en ufak bir şey kaybetmemiştir. kendisiyle aynı handa kalan vefa idadisi öğrencileri bir hocadan resim dersleri alıyorlardı. çallı da bu hocadan ders almak ister ve teklifi kabul edilince çok sevinir. çallı bu ustadan çok şey öğrendikten sonra kapalıçarşıda ressam olan roben efendiye koşar. maaşının tamamını elini sürmeden ona verir ve üç ay boyunca resim dersi alır. bu sırada nasıl geçindiği bilinmez ama resim aşkı her şeye üstün gelmiştir.

bu dönemde şeker ahmet paşanın oğlu izzet beyle tanışır. izzet bey, onu babasına takdim edince şeker ahmet paşa bu sanatkar ruhlu gencin kabiliyetini anlamakta gecikmez. paşa, ona, osman hamdi beye hitap eden bir mektup verir. şeker ahmet paşanın tavsiyesi sonucunda 1906 yılında sanayi-i nefise mektebine girmeyi başarır.

ibrahim çallı, öğrenim yılları boyunca da adliyedeki görevini sürdürür. onun okuduğu dönemde sanayi-i nefisenin müdürlüğünü yapan osman hamdi bey, aynı zamanda, resim bölümünün salvator valeri, warnia zerzecki ve ömer adil gibi hocalarının arasında yer almaktaydı.

atölye arkadaşları kendilerinden yaşça büyük olan bu beli kuşaklı, köylü kılıklı genci önce yadırgamışlar, fakat çallı sıcak kanlılığıyla hepsinin kalbini fethetmesini bilmiştir. çallının yakın arkadaşlarından feyhaman duran, hikmet onat, namık ismail ve sami yetik gibi ressamlar, onun hakkında söz açıldığında, özel yaşamında olduğu gibi, okul yaşamında da çalışkan ve dürüst olduğundan övgüyle söz ederlerdi.

çallı öteki öğrencilerin arasından kısa sürede sivrilir ve altı yıl sürmesi gereken eğitimini üç yıl içinde tamamlamayı başarır. akademi yetkilileri artık ona öğretecek bir şeyleri kalmadığını, bu kabiliyetli delikanlının müsabakaya katılmaksızın avrupaya gönderilmesini resmen bildirirler. ancak bu durum bazı kişilerin tepkisini çeker. sonunda 1910 yılında maarif nezaretinin açtığı yarışmaya, "çıplak adam" ve "hareket ordusunun muhafız alayından maksud çavuş" isimli tablolarıyla katılır ve birinciliği kazanır. öğrenimini tamamlamak üzere hikmet onat ve ruhi arel ile birlikte devlet tarafından parise gönderilir.

1906 yılında sanayi-i nefiseye girerek 1910 yılında mezun olan çallı ve arkadaşları sanayi-i nefisenin ilk etkin sanatçı grubunu oluşturmuşlardır. turan erolun da söylediği gibi, 3 mart 1883te öğretime başlayan sanayi-i nefise, çallı kuşağından önce de mezun vermiştir. ancak bunlar sanat yaşamında fazla etkili olamamışlardır. diğer yandan sanayi-i nefisede kuruluş yıllarının sıkıntılı ortamından kurtulup verimli bir döneme bu yıllarda ulaşmıştır.

çallı da diğer arkadaşları gibi pariste dört yıl boyunca, paris güzel sanatlar okulunda (ecole des beaux-arts) öğretmen olan fernand cormonun atölyesinde çalışmıştır. fransız akademik sanatının önemli bir temsilcisi olan cormon, ilkel insanların yaşantısını gösteren görkemli büyük düzenlemeler yanında yaptığı portrelerle usta bir sanatçı olarak kendisine ün kazandırmıştır. döneminde yaygın olan empresyonist ve kübist denemelere karşı çıkmış olan cormon, modern eğilimleri bir soysuzlaşma ve resim sanatının yozlaşması olarak nitelendiren tutuculara katılmıştır. ancak çallının cormonun atölyesinde bulunduğu dönemlerde ve daha sonrasında onun katı akademizminden fazla etkilenmediği görülmektedir.

cormonun atölyesinin bulunduğu paris güzel sanatlar okulunda değişik ülkelerden birçok öğrenci bulunuyordu. çallı cormonun atölyesinde kısa sürede dikkatleri üzerine çeken bir genç sanatçı oldu ve akademik eğitim sisteminin tüm inceliklerini öğrendi. kendi deyimiyle "resim denilen bezlerin üzerine, canım bir takım güzel boyaları sürmek usülü"nü orada çözdü.

1914te birinci dünya savaşının başlamasıyla çallı ve arkadaşları yurda dönmek zorunda kalmışlardır. bu sıralarda halil ethem sanayi-i nefisenin müdürlüğünü yapmaktaydı çallı akademiye hoca oluşunu şöyle anlatır:
"nasıl söz edeyim... fransadan dönmüştüm. halil hoca beni akademiye tavsiye etti: 'iyi talebedir' diye. boş kadro varmış. otuz altınlık bir kadro. ama akademi müdürü 'çapkın çallı, senin sicilin bozuk' diyerek sekiz altın maaş bağladı. buna da şükür, ya hilaliahmer menfaatine çalıştırsaydı! atölye açmak istiyordum. şükrü kaya ile tanıştım. muhacirin umum müdürü idi. onun bir portresini yaptım. belki birkaç kuruş dünyalık verir diye düşündüm. 'ne istiyorsun' dedi. 'beş on kuruş' dedim. tuttu elli altın verdi."

ibrahim çallının sanayi-i nefisede 1 kasım 1914te başlayan hocalığı, 13 temmuz 1947de emekli oluncaya kadar aralıksız sürer. bu süre içinde çallı yeni kuşakların yetişmesinde bir eğitici olarak önemli bir görev üstlenmiştir. çallının o yıllarda öğrencisi olan elif naci "anılardan damlalar" adlı kitabında onun akademiye gelişini şöyle anlatır:

"uzunca boylu, omuzlarına kadar dökülen saçlar... reyye pantolon, siyah kumlu ceket, süet, düğmeli fotin... paristen geliyordu. genç bir peygamber edasıyla girdi atölyeden içeri. ondan önceki hocamız, göbeğine kadar sakallı, bozuk türkçesi ile varnia adında avusturyalı bir ressamdı. çallı, soslu ve istomplu yoldan çevirdi bizi, ilk işi bize empresyonizmi aşılamak oldu. bu empresyonizm, onun ve arkadaşlarının pariste ustaları cormondan öğrendikleri bir sanat akımıydı ki çoktan batıda çağını yitirmiş, en az yarım yüzyıl sonra geliyordu bize."

çallı, belirli bir öğretim metodu, bir ders programı olmamakla birlikte coşkusu, sezgi gücü, yaşam biçimiyle genç öğrencilerindeki sanat tutkusunu canlı ve taze tutmayı başarmıştır. her zamanki nüktedan ve şakacı tavrıyla bir defasında: "hayatımda yaptığım resimler hep eğri büğrü, tuhaf renkli şeylerdi. nedense bunlar çok beğenildi. mesele cesaret ve bir defa başlamaktır" demiştir. ikinci meşrutiyetin oluşturduğu yeniliklere ve özgür düşünceye açık ortamıyla çallının resim öğretme yöntemi uyuşmaktadır.

çallı, avrupadan döndüğü sıralarda iki önemli sanat olayı söz konusudur. bunlardan biri 1916dan başlayarak galatasaraylılar yurdunda düzenlenen osmanlı ressamlar cemiyetinin geleneksel sergileri, diğeri ise celal esad arsevenin çabalarıyla 1917de kurulan şişli atölyesidir.

şişli atölyesi, birinci dünya savaşının yarattığı bunalımlı ortamda da ülkede sanat etkinliklerinin yapıldığını göstermek amacıyla, müttefik ülkelerin başkentlerinde sergilenmek üzere sanatçılara savaş konulu resimler yaptırma gereğinden doğmuştur. şişli atölyesi sanatçıların ortak resim çalışabilmelerine de olanak sağlamıştır. tablolar, viyana ve berlinde sergilenmeden önce (ki berlin sergisi gerçekleştirilememiştir) 1917 yılının sonlarında galatasaraylılar yurdunda savaş resimleri ve diğerleri adı altında sergilenmiştir. çallı bu sergiye, boğalı kadın, topçu mevzi alırken, yaralı, siperde sabah, çadır önünde ve subay(karakalem) adlı resimleriyle katılmıştır.

galatasaraylılar yurdundan sonra, galatasaray lisesi salonlarında beş yıl arka arkaya düzenlenen sergilerden 1922dekine çallı, mehtap avcıları, bir kadın, fırsat bekleyen kadın, hünkar suyunda gezinti, ata, portre, ve iki adet nü ile katılmıştır.

çallı, 1923 yılında ankara türk ocağı salonlarında açılan türk ressamlar cemiyetinin ilk sergisine de maltepe sahilinde sabah, adada sabah gezintisi, aydında harabeler ortasında, dolmabahçe camii, adlı tablolarıyla katılmıştır.

ibrahim çallı, akademideki hocalığı sırasında şerif akdik, refik epikman, saim özveren, elif naci, mahmut cuda, muhittin sebati, ali çelebi ve zeki kocamemi gibi sanatçıların yetişmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. çallı ile 1929 yılında tanışan ve onun atölyesinde bir yıl çalışan bedri rahmi eyüboğlu, çallının babasına kendisi için söylediklerini şöyle anlatır: oğlunu derhal avrupaya gönder. bizden alacağını aldı, bundan ötesini müzelerden alacak. imkanın varsa hiç düşünmeden gönder çocuğunu. bu olay onun sanat eğitiminde yeniliklere verdiği önemi göstermektedir.

çallı, öğrencilerine karşı otoriter, hatta bazen kırıcı olabiliyordu ancak onun tartışmayı sevdiği ve görüşlerini kabul ettirmekte titiz davrandığı bilinmektedir. çallı, canlı karakteri, hoşsohbetliği, sofra zevklerine, dolayısıyla içkiye düşkünlüğüyle tanınıyordu. toplantıları renklendiren sıcak, sevimli kişiliğiyle, espirileriyle, hazıcevaplığıyla, bir hayli bohem yaşantısıyla ilgili fıkralarıyla uzun yıllar dilden dile dolaşmıştır. zahir güvemli nin söylediğine göre, daha sağlığında bir çeşit nasrettin hoca hikmetine, gerçeğine, yaygınlığına ulaşmıştı.

çallı cihangirde oturduğu apartmanın bir odasını atölye olarak kullanıyordu. bu odanın boğaza bakan bir balkonu vardı. çallı yemeklerini ailesinden ayrı olarak atölyesinde yemeyi severdi. arkadaşlarıyla sazlı sözlü yerlere giderek eğlenmeyi de ihmal etmezdi. aynı zamanda çalışmayı da aksatmaz ve sıkça resim yapardı. çallıyı evinde ziyaret edenlerin arasında yakın dostu hikmet onat da vardı.

çallının içkici yönüyle ve kendisi hakkında anlatılan fıkralar arasında her zaman bir ilişki kurulmuştur. bu durum, onun zaman içinde popüler yönünün öne çıkmasına ve sanatının bir ölçü de olsa zarar görmesine yol açmıştır. hatta bazıları biraz daha ileri giderek, onu içki sofralarının, dost meclislerinin dışında, sanatçı ibrahim çallı olarak ortaya çıkaracak yönleri üzerinde durmayı neredeyse gereksiz sayma yanlışlığına düşmüşlerdir.

çallının sanat anlayışında önemli bir değişikliğe yol açan olay, rus ressam alexis gritchenkonun 16 kasım 1920de istanbula gelişidir. gritchenko onun resmine daha serbest bir teknik aşılamıştır. çallı, onu tophanede suluboya resimler yaparken görmüş ve evine davet etmiştir. parasızlıktan sefil bir halde olan gritchenko uzun süre çallının evinde kalmıştır ve onun mevleviler dizisini ortaya çıkarmasında önemli bir rol oynamıştır.

çallının fransa dışında bir kez almanyaya, bir kez de 1936da moskovaya gittiği bilinmektedir. rusyada açılan çağdaş türk resmi sergisine yunan esirleri ve trikopisin esareti adlı tablolarıyla katılmıştır.

1938 yılından başlayarak sanatçılar devlet eliyle anadoluya gönderilmiştir. bu etkinlikler yurt sergileri olarak adlandırılmışlardır. 1938-1944 arasında yapılan bu etkinliklere çallı yalnız 1943te katılmıştır. bu kapsam içinde yer alan çallının istanbulda görev alması ve önceki çalışmalara katılmaması onun istanbul tutkunu olması ve bu dönemde istanbulda bazı siparişler aldığıyla açıklanabilir. çallı 1943 sergisine, balıkçılar, büyükadadan heybeli, ayazpaşadan, adadan hristos, fındıklı camii, kayıklar, rumelihisarı ve üsküdarda camii adlı eserleriyle katılmıştır.

ibrahim çallı ilki 1939 yılında gerçekleştirilen devlet sergilerine de sürekli olarak katılmıştır. bu sergilere tablo sayısı yönünden en yoğun katılımları, 1943, 1947 ve 1951 yıllarında olmuştur. bu resimlerin büyük bir bölümü peyzaj ve natürmort konularını içerir. göksu, istinye, cihangirden üsküdar, küçüksu, hereke, rumelihisarı, kandilli, topkapı sarayı, aşiyan, emirgan, tarabya gibi istanbulun tüm semtleri ve kendi paletine uyarladığı manolyalar sık işlemekten hoşlandığı konulardır. 1947de olduğu gibi seyrek olarak da olsa çıplaklara da rastlanır.

ibrahim çallının öğretmenlik yaptığı akademide, 1937 yılında resim bölümünün şefliğine leopold levynin getirilmesine verdiği tepki farklı yorumlara yol açmıştır. zahir güvemliye göre, bu durum çallıyı rahatsız etmemiş, çallı bu değişiklikten memnun olmuştur. bazılarına göreyse, çallı, başına bir yabancının getirilmesini, bir türlü içine sindirememiştir. çallı gibi, yakın arkadaşları hikmet onat, vecih bereketoğlu, şeref akdik gibi sanatçıların da levyi istemedikleri ve 1947 yılında onun sözleşmesinin feshi için bir imza kampanyası başlattıkları bilinmektedir.

ibrahim çallının akademideki hocalığı, 13 temmuz 1947de yaş haddini doldurduğu için emekliye ayrılmasıyla sona erer. akademi yetkilileri onun emekliliğinden sonra bir katalog yayınlamışlardır. bu katalog, çallı ve öğrenimine ilişkin görüşleri alınan sanatçı ve yazarların değerlendirmelerini kapsaması açısından önemlidir.

akademi yetkilileri, çallının emekliliğinin akademi camiasından ayrılmak anlamına gelmediğini, istediği zaman derslere devam edebileceğini, öğrencileri ve arkadaşlarıyla ilişkisini kesmeyeceğini belirtmişlerdir. milli eğitim bakanlığının emriyle en büyük atölyelerden birine çallı atölyesi adı verilmiştir.ibrahim çallı, emekliye ayrıldıktan sonra özellikle portre çalışmalarına ağırlık vermiştir. çallının 1950 sonrasında yaptığı resimler bunu ortaya koymaktadır.

çallının, ölümünden kısa bir süre önce 27 mayıs 1960 devrimini hazırlayan olaylara sıcak bakmadığı ve gençleri içine çeken bu olaylara kaygıyla yaklaştığını kendi cümlelerinden öğreniyoruz: son hadiselere çok üzülüyorum. gençliğe yazık!... şöyle bir yirmi, bir boyunca tuval alacağım. beyazıt camii ile üniversiteyi fon yapacağım. polislere hücum eden ve yüzü koyun yatan gençleri çizeceğim.

çallı son günlerinde yahya kemalin bir portresini yapmaktadır. ancak sağlığında çallı ile şairin arasının pek iyi olmadığı bilinmektedir. çallı, şair için, yahya kemal eski zevki yaşatan mehter takımına benziyor. demiştir. portreyi bitirdiği gün hastalanır, kaldırıldığı cerrahpaşa hastanesinde mide kanamasından 22 mayıs 1960ta hayatını kaybeder. çallının hastanede kaldığı odada daha önce yahya kemal de yatmıştır. çallının son sözleri, şunlar olmuştur: yahya kemalin ruhu beni çağırıyor, orada dostluğumuz devam edecek. sanatçı, istanbulda merkez efendi kabristanına defnedilmiştir. 



 
  Bugün 3 ziyaretçikişi burdaydı! Bu Resmi Sitene Eklemek İçin Tıkla  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol